10/30/2007

Müntehir Kuytular


mektup

yarım kalmış acılar denizi pencereme konardı ge-
ceyle, savrulurdum. gözyaşı kokusuyla dolu bir
kuğu, zamanın sonuna kalkan, sürgünümdü; göz
mavisi duman, sessizliğim. aktım ölü denizkızıy-
la gökkuşağı saklı mektubun içine, pulumuz rüz-
gar oldu, postacımız güvercin. civa gibi eridik ka-
bımızda. kırmızıya gittik. hemen yokladım yüzü-
mü yağmurun yuva yaptığı ellerimle. iyice şaşır-
mıştı alıcısı vapur ıslığımızın. saplandı gözlerimin
ışığı yeni güne.

mermer bir kayıkla geri döndük
diğer yarısına acının,
usulca çekildi deniz,
son bulduk, yenildik.

artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş.
kırık
düşlerim. serçelerde gözlerimin buğusu. buruk
içim.

böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
sabahın en serin ucunda bağıran ben
intihar edecekmiş gibi sıkılıyorum
düşük boynuma asılı sonbaharı.

çekildi yaşanan hıçkırıklara, yaşanmayan düş kı-
rıntılarımızla boğulduğumuz odaya. düştü saat
duvardan, telefon diye çevirdim yelkovanı: imdat.
akrep soktu kendini. çan sesleri, ezan sesleri, martı
sesi, çatılarda kaldı gecenin gizi. unuttum mektu-
bun içinde boğulduğumu. elveda.

gece şiirleri

1. devrik yürek savunması

çiy doladım kasnağına gecenin. ışıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. kokunda korku. kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. devrik yürek savunması ömrüm.
yaşlı bir adam vurgun yemiş. kuşlar. düşler.
kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden.

2. ıssızlık sürüsü

sıcak bir buğu düşürdüler ceplerinden, kışın gelişini
gözlerime yıkan gölgeler, ölüme giderken. sonuna vardım
ufuk renginin, gündüz rüyalarımda gördüğüm. gün sayıyor
kör eşgalim. sönüyor gülüşüm, gülün bağrında ikindi vakti.
zaman çağlıyor, ömrümü biçmeden. çölde ıssızlık sürüsü
gecelerim. pencerelerden akan yollarda usulca büyüyor
hüzün. isyan dumanları. bir kıyı, boğulduğum. suçluyum.
talan edilmiş sokaklara yeleler taktım, yenilgilerimi
asmak için. korku salmış düş dudaklarına. üzgünüm.

3. buyruk

gecenin deniz kanatlarında, bir kuşun sesine dalmış
düş topluyorum, gözlerime öpücük. kendine açan bir ışığı
emiyor kalbim. kara tren, sisler durağında akıntısı
kavuşmanın. ten, sahili gurbetin. dalga dalga köpürüyorum
aşka. buyruk: tez boynu vurula!

4. harita

haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil
bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular,
şimdi zaman oynak bir gölge. nasıl başlasak geri dönmemek
için? hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara
açılmak geçmeli içimden. biliyorum. ama kavuşmalar ayrılıktır
bazen.














yaşam pusulası

zaman dönencesi üzerinden acıya saplı bir fenerin gölgesinde
sırılsıklam hüzün mendili kalbim. gecenin uçurumlarına sevgi kokuyor
ışık sağdığım şafaklar. öfkeden yalıtılmış aşk ikindisi,
tenimin terli gözeneklerine doluyor. yağan, göğün seccadesine takılı
gözyaşı boncukları. gurbet türküsü sızıyor sesine, kasılan rüzgarın.
ve kırmızı sessizlik batmadan önce, sevinç taşıyor bir umut, su yürüyen
gece kırıklarına.
yaralı çocuk gibi sekiyorum, aklımı deliyor güzün huysuz sabahı,
uzun bir yolculuk yanıyor akdenizin kıyısında, alevini içine alıp yok ederek.
ve gözbebeklerimde yaprak dökümü. azrail uyuyor. kına yağıyor.
kımıltısına dayanamayıp kalbimin, yüzümü örtüyor samanyolu. ölüm tan boyu.
gece, sabah, gece... dönüp duruyor yaşam pusulası.

hüznün ö

kırkikindi yağmurları gibi yağıp geçtin, kuytudan izledim seni, yılgın gözlerine yataklık eden gecede. kokun sindi küçük şiirlerime. kuş kıyımı bir sabah yolumu gözlüyor ve ıslığımda karanlık bir yokuş beliriyor, karla kaplı. sesler hüzün örgüsü. kelime eskiten öfkemle dönüyorum bıraktığım izlere. yakıyorum tüm ışıkları. düğüm düğüm geçiyor balıkçılar önümden sessizce. ateş ve toprak işte iki sevdalı, aralarından dilsiz su geçen. öyle uzun sanma zamanı, üstüne kuma getiren. herkes ölümü gece beklerken ben- güze sevdalı bir adam- neden vapur sesi özlemiyle yollardayım saat sıfır üçte? hangi kıyı, soluksuz kapımda? bu mu korku düzmece sessizlik? bulmacanın kara kutuları gibi cezalıyım. kuruyor ellerimde umutsuz bir güneş. gece öldü.... ölüm öldü.... beni gördüm.

çığlık

özürlü bellek, bir anda çağırınca yanına yitik aşkı, yengeç ayaklı saat kulesi dümen kırar: ateş çanları. söktü gözlerimden acıyı telaşlı sular, yadsıdı yalnızlık yalnızlığını. ah bir harita zavallığıma.

gül diye diken açıyorum dalda, bak külü ıslanıyor sevginin, ikinci kez yanmasın diye. son bir kez geçiyor düşümden yüzümü kıran gölgem, bildik ayrılıkların büyüdüğü. bir daha uykusuz kaldı yeryüzü.

evrende hangi eşyanın çığlığı gözlerime vuran?

sadece bir yıldız -yoksul çocukların uçurtması, anılarına çektikleri- içimde hüznümü kanatan
















fısıltı

zaman kırılır hızından; saat: hoşçakal.
sus… biliyorum… uçurum vakti…

iki meyvesi koparılmış ağaç sallanır boşlukta;
gözlerim: düş ayazı.
ölüm… sanrısı bellek sektiren
lanet…

filmin: öykünen gece; sar sarmala kendini ışık şırıltısına.
yaşam… görüntü geçer… fotoğraf
kanamaları…

(akşam yürüdük pencerelerden; yalancı ateş
yuvalarına çizilen ayrılık resimlerinin
gölgesinde, kırık bir sevgili yüzünü
toplamıştık seninle, acı deniz
her nedense…)

öyle değil mi reis? söyle
ey çocuk saklama sesini koynunda…

yağmur işgali, koynuna sakladığın. kurra. hile.
e l e n d i n .
yanlış telgraf çeken, kaldırım
ıslığı gözlerin, şimdi iki meyve:
d ü ş – ü z ü m.

her seferinde de aynı intihar tutar bizi.
sapkın bir gece böğürtleni yüreğin.

sus…
f
ı
s
ı
l
t
ı
gece …….. gündüz
iç dış


yaşama sebebi

sıkmışım dişlerimi gözlerim kanayana kadar
çeyizimde hüzün motifleri
göçebe bir ağıt göğsümün derinliklerinde
bu aşkın dönüşü yoksa
duman kırığı gözlerinde gecenin hıçkırıkları
kırık keman sesi ve adağım var
moraran hercai düşlerim ateşi delip ıslatır mendilimi
kalbime dolar –sonsuz uykuma- korkuya susamış yasadışı
bir rüzgâr

bu aşkın dönüşü yoksa
suya düşer kokusu menekşelerin
deniz her zamankinden daha köpüklü
serçeler bi garip ötüşlüdür
martıları mavnalarla başka türlü danseder hamuruna sevgi
katılmış bu dünyanın
küflü yüzler yok hiçlik de
hani ne derler gözlerinden öperim çocuk, gamlı sevda, şiir
ne’m kalır geriye gülüm seni alırlarsa benden
tiksintiler toplamı umutsuzluk sapağında ölüm

ka n

yüzün yakamozlanır akşam saatlerinde
kime çıkmaz piyangosu hüznün
belki de sombalığa en son
ve demir kırı bir taya
ertesi yasaktı, es vardı
bir tek uzun gecelerde

çıkrığında intihar edeceğim kuyu
zaman kuyusu, soluksuz ve ıssız
inip çıkar ölüm, durana dek yüzümdeki
sevişen kederlerle gülün gümü
adımdan çıkardım bir a
gözlerimde gezer geriye kalan

gizli yara

yeni ölmüş bir esmerliğin kan çalılarını örtmesi
ıssızlığın sır gibi konması ufka / kar kusan saatlerde
hepsi gazel yarası / kapanıp açılan
gece kuşlarının kanatlarından elektrik üfler uykuma ihanetler
ilk aydınlık soluğumda buğu usulca
ıslak kâğıdın buruşurken çıkardığı sessizlik
dudaklarımda jilet kesikleri
gözlerimi yakıyor martısız deniz
sıyırır mermi gibi zamanın yelesini / ateş dalgalarımın
yalnızlığa koşan gemisi
güneşli kent eğilmiş yenik coğrafyasına ezgi dağıtıyor
sonsuzlukta bozuk genlerin çığlığı
gergin kasıklar kadar çıplak gece
toprak çürür denizde
günlerin bataklık çukurları kireç bulaşığı
sığ bir ateş sessizliğinde dudaksıllaşan gözler
ayak izlerine ışık düşer uğultu geçmişten
gece birikintisi yüzüm / terkedilen hüzünler
hayat ve ölüm pul pul olur burçlara dağılan aşklardan
çil dolar düşlerime
gizlice kanar sabah yelleri gibi uzayan saatler
sesimizi düşleyen özlem sellerine kaptırdığımız
şarap akar usulca esrik yalnızlığımıza
kanatlar dolusu gökyüzü getirdim sana ey anılar
eski bir evde oyuncaklarını kıran çocukluğum
salkım söğüt gibi eğilir acının rengi önünde

boyun eğmek yükseltir kinin şiddetini
sus
konuşma
hâlâ deniz
geceler boyu
kan onarır mı yarasını imgelerin ?
kuş çığlıklarına tüneyen uçurtma / bozuk fenerin ışıkları
sekerek giden yaşamın korkunç sessizliği nasıl çizilir?
dağlar gece fısıltısı
yıldızsız görüntüler yığını yirmi yıllık telaşın aynadaki izi
kaç çizgiyle kaç yaprak kaybolup çoğaldı yüzünde?
cinnet geçiren bir kızın ırmaklara boşanması diri diri
mendil boyu hüzünler ceplerimde kirlendi
sır kaldı ince damlalar uğultusuyla gözlerimin sarnıcında
son nefesimde tüm camları buğuyla sardım zaman nemlensin diye
bir bıçak darbesiyle dağılıyor sisi bakışlarının
eşsiz köpüren dalgayım / yanık kokusu ve tortuyum gümüş
damarlarında o kuytunun
vapur sesine kaçardım / gıcık tutardım boğazda / istanbul sırtları
kambur kalırdı

doğumunda sevinin ve öülmün gölgesinde ben

doğumunda sevinin
yıldız şavklarının son çırpınışlarını
yükledim alnımın tam ortasına
tepeden tırnağa sevinç kalmıştı
sevginin ödünç aldığı bedenimde
yalnızlığın sızısıyla boğulan gök rengi gözlerini
çaldım gökyüzünün en heybetli yerinden
ilık bir soluk kaldı genzimde
akdeniz’in tunçlaşan dalgalarına gömüldüm utancımdan
zaman dolanırken yaşlı bir defne yaprağının üstünde
daralan yollarını umut şehrinin
avuçlarımda hissederim gölgesiz yılları gizil gecelerle dolu
mutluluğu görmemiş mor dudaklarımda ölü bir tat kabarırken

dörtnala açardı selviler öğlesonları gözbebeklerimde
kaskatı kesilir düşlerimin içinde ışıklar
fırtınalar sonrası dinen yağmurla ve azalan çığlığıyla gecenin

bulanık sevgilerin oyduğu yüreğim
dirhem dirhem biriktirmekte çelikten direncimi
her gecenin ardında kalan izlerle ve mutluluğun tozpembegülleriyle

damlıyorum doğan günün en kalabalık yerine
daha ben dokunmadan eskiyen şarap rengi güzellikler
anımsadığım yıllardan bana kalanlardır

öncesiz ve sonrasız beraberliklerin çoğul yalnızlığında bulduğum

aşkın köpükleriyse bozuluyor artık bunca bekleyişten sonra
bütün gülücükleri şu cam ağacının ürkerek döllenmekte toprakla

yeşil yosunlu saçlarında doğanın unuttum sevgiyi

konakladığımız yer ay bölü seher

uzaklarda yorgun parçalarım ve ağlayan sessizlik
koşar ölüme kana sapan yollarda çirkin zaman.
içi dışına savrulan rüzgârın çiçeğidir sabah.
yüreğim anısına özlem eker. çözülür alacakaranlık.
ağaca yemiş takan yağmur eller.
boş bir kırmızı yavrusunu soğuk dallara boyar.
mırıltıyı süzer gözler an an dalıp gittiği gecelerden.
sulardan yayılan suna çığlık koparır gönül perdesine.
yontar çapağını seslerin, göğsümü yakar.

uyur musun kıpırdayan toprakta, gücüme göçen yaşlı yollar.
koyu ve çürük bir mevsimde korkuya yenilmek.
sakalıma sakladığım yankısı ve rengi ve kokusu ve tadı ömrümün.
işığa öten ince ufuk usulca kapat kollarını, acıya yüzün değmesin,
gözlerini bükmesin gül. kuşkunun çekildiğini köşeler iner düzleme.

mır mır bir kedi yavrusu düşlerime yıldız düşen.
boğar onurumu bulut yiyen sağanakları sevginin.
çağırır şafağı gözlerim çünkü geldi memelerimin güneşi emzirme
saati. ilkyazı taşıyan umut arabaları gidiş gelişlerde akşamın
payına mermi silkeler.

ateş köpüğü, küllerin üstünde gözler.
gecenin tacına kızgın demirle yüreğimi dizdim.
sığ bahçelere savruldu çiçekler. düşler: beynimde kurşun cesetleri.
karanlık kaçtı gözlerine güneşin. silah ürpertisi bir imge düştü
konakladığımız yere.


sönerken yıldızlar gelincikler gülünce

yolun hiç de uzak değil umut biliyorum
sesin yağmurla birlikte tutuklu tel örgülerin arkasında
bulamıyorum seni beni unut gidiyorum


ve kuğuların kucakladığı , kentin denizsiz kıyısı
uzak düşer hâlâ gemi mendereğine çekili korsan
sevgilere
hasret düş kırıklığı ölü sayrısı
güvercin taklaları art arda
kırmızı gece usulca bekler
ah acıları tütsülü acıları
büyük harfle başlayan aşkımızı
kırılmaz kinle
sönerken yıldızlar gelincikler gülünce
sen gelene kadar


yasak dizelere girebilirdi ancak kaçak sözcükler
ancak ölüm hüzünlü şiirlere
acemi yüreğim girerken yirmisine

bilemiyorum gözlerim kimde?

aykırı

düş dağınıklığında yatağım
gözlerimde diş izleri
katıksız bir ölüm
gecede çoğalan

ve yattığım yerdeki
acının motiflerinde
kanar oyası yüreğimin

zamanla dayanağımı kopardığımda
varoluşa aykırıydım

özlem cinayetleri
karaya demir atan
büyür seslerde kin
tersine dönerken
masaüstü takviminde saniye

ve müthiş bir yokluk
öykülerden alınıp
gömülür son esrarlı dağa

kız kaçıran bir umudun
ışıltısı dolunayda
ezberletir tüm şiirleri
yalnızlığıma

şimdilik misafirim doğada


kaçış

saçaklarda buz tutmuş yüz görüntülerini giyer de
buğulu camlardan tedirgin gözleri takarım ayakizlerime
bir şaşırtmaca bu, sonra gecenin keyfi kaçar
aramalar, çatışma, panik, yayılmacı ırmaklar; taşar deniz
ve gülücüğün paslanması, yanık kokusu plastiğin
eklenir gürültüye. siyahi, şiddetin korkulu kızı
ölmek alışkanlığı yeniden keşfedilir sanki
önce yontulur bir sürü dil, yalnızca birkaç kelime bırakılır
çentiklerde görünmez kan daha
gökyüzü, savaş renginin tonlarında, büzülür büzülür

bir kıyı, kıyıya çekilen taka, takada acı su
suya yansıyan ölü balık gözleri
motor sesi ve kaçış gölgemizdeki ölümden…


öyle

karıldı gecelerimize
tepeleme güneş ışığı dolu
duvarlar, göz kırpışlarımızla

savruldu taneleri gözyaşlarımızın
çocuk boyuna ulaşınca
çırılçıplak geçti ayaklarımız
serinlikte

toprağın rengi ikindi gibi
ey ömrümün kara lekeleri
geri al sarmaşık kokulu gök
uyuşturucu bir aşk üstüne söylediklerini
geçerli çünkü hâlâ
turna seslerinde ölüm marşları
ve azgın denizin çığlığında
telaşsız sızısıyla karanlığa
sıvanan saçlarımın kanaması
öyle…


zaman

gece, o ince müzik
gözlerindeki halkada kaybolmakmış
bizi bağışlamışmış zaman
ama yalnızlığımıza sığındığımızda
kuşaklar sarılırmış kalbimize
çoğaltacak aşk kalmazmış

bir an değiverecekmiş gibi
ellerim sesine telaşlanırım
yeniden doğarım sanki
eriyip mum ısısında
sevgilim gözlerimdeki yangın
sönmeden durduracak tüm saatleri

şimdi ellerimde fırtına


ölümün oğlu

bir çocuk sesi uzanıyor
geçmişten geleceğe
canevimden geçiyor
eylül’ün pusuna karışarak

kuşların kanat çırpışlarıyla
dalıp gidiyorum yine
kıvranan lacivert düşlerime

albenisi gözlerinin
gün gibi döndü
bir çiçeğin kayboluşuyla
gecenin yalnızlığında

kızgın yüzümde ısınıyor sabah
ve gözlerimde büyüyen kara sevda
sevincin kanattığı sıcaklığı örterken
can çekişiyor buruk sesimde içlenen anlam
yok ağlamıyorum
bir deri bir kemik toz içinde
yemin ediyorum seni sevdiğime

kaç kez sarıldım sana
ey sıcacık öpüşlerin
uçsuz bucaksız yumuşaklığı
boğuldum kaç kez içinde

ölüm kokusu karışıyor yüreğimden gelen gül kokularına
karanlıkta çepeçevrelenen bedenime sarıldım sıkıca
özlediğim gülüşü yüzünde sakla

sen ey ölümün oğlu ve gecesi sevinin





dönüşüm

gecenin tazeliğidir ağır havada uçuşan
umut çığlıklarıdır ve sevinç

el işçisi ustalığıyla ses verir sahra’nın rengine
bir zenci aklanır, gece beyaza boyanır

maskeler dağılır, ölüm giydirilir üzerime
omuriliğimde bir su samuru kemirir benliğimi

acı çekmenin ötesindeyim
çürüyorum yokolmanın arifesinde

siyahcamlar takılır gözlerime
ve ölüm dansları

çiçeğe dönüşecek mi gül kuşu
karanfil kırlangıca



düşlemeler

1.
puslu havada yorgundu
kırılgan başakların arasında açan güller
bahçem gönlümün uykusuz köşesi
ve ölümüm yaklaştı geceye
iliklerime işleyerek aktı sapsarı hüzün
kırlangıçların biricik bakışlarında boğuldum
geride aşkların sonsuz heyecanı
ve omuzbaşımda unuttuğun saçların
sıcaklığın ellerimde
sarıl da gel sesindeki titreyen gül tadına

2.
yanımdan geçiyorum gözbebeklerinin
damlayıp içine inceden, delice sarıyorum
umarsızca emerek derin güzelliğini

3.
volta atan serçeleri gözlüyorum
su kenarında
bitmez tükenmez sevdalar soluğumda
ve ne zaman yalnızlık sıçrarsa gözlerime
eskimiş ötüşlere döner saatler
kadehime dolar yüzüm

4.
bıraktım her günkü yolumu
yollar buldum kendime
dönsün diye yüreğimin rengi sevgiye


doğum

dağıtadursun uykumdan çekip aldığı
huysuz sesimin damıtık hıçkırığını
çardağı yapayalnız gece
-doğum çığlığımı-
oysa
sıcağı kapışan
sığınaklar dolusu insan var
içimde

tutuklu kollarım
şu gümüşten kapısını kırarken
ölümün
en önde ben mi vardım?

çok acı bir can çekişmeydi
yüreğimin ortasında eriyen
bürüdü geceye, ölüme benliğimi
korkunun kemirdiği yeri

baktıkça utanıyorum
aldırdım çünkü bebeğimi


zaman kıskacı

sokulu alev alev gecenin arasına
neon ışıklarının sıvazladığı saçların
sonbahara eşlik eden istanbul tapınağında
öper ansızın sarı buğdaylar şafağın yüzünü
mendilimde kanyaşları var
ecel misafir geldi adamakıllı kalpsizce
şerefine kazanacağım sevda bu ölüm korkusu
kabristan durağında inecek yok
bitkinim günler boyu
sımsıkı doldurduk sevinci içimize
kum saati çiçek açtı
sarayların başörtüsüne sıralandı sırmalar
gözlerimde tuğla tozu
çekiç yarası ellerimde
usulca giderim güneş gibi
batı kapısından bu kentin
zaman kıskacına altı köşeli



ilkyaz

kan bürüdü sokakları
ve şiir uğultusu
acemi ozan çığlığı bu
ilkyazın kollarında dans eden ellerin
mavi elleri gökyüzünün
boynun uçurumun sonu çiçek
çiçek açmayan

yağmura aykırı değil imge
rüzgâr kaldırır eteklerini
sislenen geceye düşer göğüslerin
bir serçe girer koynuna
saçların kırılma noktası
uçuk sarı bir yaz benzin kokulu
tutuşan dizeler meyhane sığınak
olmayan güle sancım



pus gecemin zemin katı

suya gömdük yıldırım ayetlerini
ayışığında boğulan gecenin
sararmış saatler durduğunda
eşit aralıklarla dizilmiş fenerlerde
buruk gözlerin kadar serüvencidir
düşakıntısında martı kahveleri an an
çocuk kokusu
kanlı elişi mendil
usulca eskitilir yatağında sessizlik
yalnızlık kus zehrini
pus
gecenin zemin katı
men dil
(sıkıştık bulutlara
kanat kaldık gökte
binlerce çift
unutulduk yıllarca)
ay eskisi göbeğim çatlar
ince öfkemden
sular kaynağını yitirir
yüreklere ezgi düşer ah sesleri
dilsiz ağızlardan
yer değiştirir kendiliğinden
yengeçle oğlak
şimdi gözlerim güzeleği



şerefe

zamanın dibine çöker acılar
üstte yoğun bir boşluk var
yaşamak telaşı, süren, ömrümüz boyunca
sınırından bakıyorum ölümün
sevdiğim sevmediğim bütün insanlar burda
demeli miyim? tükeniyor içimde ne varsa
yok olana da başvurmadım doğrusu
tükenmez sevdalar kaynağı bu kuyu
ışığında bir dünya gizli, gece
söz veriyor öylesine, direniyor yaşam
dayatarak bakış açımıza yargılarını
sonra umudu sezgiyle birleştirerek
araya düşmüş gerçekleri öğrenmeyi öğretiyor
gelecekte olmayan güneşle kavgam
kırık dökük tanıklarım gözlerim yıkık
bir tarih yirmi küsur yıllık
çürüyor etim hücresinde doğanın
sen ey yürümeyi unutan çocukluğum bak
düştüğün yükseklikte birçok lüzumsuz gece
vize alıyor düşlerine

sevgiye kurduğum her figüran bu oyunda
son kadehlerini bir avuç aşka kaldırıyor
şerefe…


hüzün korkusu

içime çektiğim gökkuşağı
beyaz gecelere koro yazılan sabah umudumdu
şiir ıslatan gözyaşı, yalnızlığım.
kana kana düş içen esrikliğinde sevginin
yüzer gibiyim.
başımda yağmurdan karanlık bir yüz
güz ölümleri çoğaltır.
son kez uyanıyorum.
hıçkırıklar: kayan yıldız korkusu.
devraldığın ikizler: hüzün korusu gözler.
dünü tersine okuyorum.
eşitsiz gelişim yaraları kalbimde.
elime saat zemberekleri döküyor zaman
sesindeki kınadan.
mor laleler seraplarımda.
yazık intiharların salıncaklarına şafak söken
ikindi dudakların yoksa karanlığı
salınsak… aşka… durmadan…


barut kokusuyla hesaplaşma

suskunluk bazen en büyük sesleniştir
coşku çırpıntılar toplamı değil
öfkeyi aklın kınında büyütmektir

belki bir rastlantı fısıldar ayrılığı
belki etimi kemiğimi talan eden sızıyla
esmer gün sağanak halinde

neyeydi bu kendini bilmez sancılar damarlarımdaki
ve neyeydi iblislerin hıncı
bekleyişimin içine sarkan

aynı üzgün yürekler emziriyor
pıhtılaşmayan direncimizi
aynı akıntı aynı gümbürtüyle
aynı çağlayandan

gül değmemiş gözbebeklerine
kurşun yaraları düşer ömrümün.



yanılsamalar

1.
acının üstünden bir gece geçti, geride basit bir yalnızlık.
döndük pürüzsüz yüzüne yaşamın, asit döktüler içimize,
gözlerimizde bir karmaşa, toprakta uyku, toprakta engerek,
kımıltısız bomboş bir dünya zehirlendi demek,
ses oldu ölüm, cesaret

uygunadım girerdik, cıvıl cıvıl tomurcuklarla bahara, ama
gerilimler yaratığı soluk fotoğraflara çerçeve olurdum sonunda,
bu kaçıncı sönüşüydü yangınımızın, yüzyüzeydik ve gözlerim
körlerle o karanlık zamandan geçmenin ıstıraplı tadıydı,
zaman zamana zaman da geceye çevrildi, gece uslamaz hüzne,
senin adın çalar saat olsun, yüreğin yas tutmasın sakın, çünkü
sabahlar ihanet çıkmaz,
mutlaka ölümden başka söz verecek şey de var

odamda bir kitap açar gibi sığınırım gecene, korkmazdım,
feneralaylarında balonlu çocuklardım, cankurtaran sireni,
hiç ağlamazdım

kıvrım kıvrım belini ezbere bilirmişim, hani ince boynunu falan,
ilkgüz ışıkları kırılırmış, bildiğimiz ve bilmediğimiz,
uyurmuşuz yalın ve ıslak, akşamın ıssızlığında,
hüznümüz duvarda asılıymış, batak ve sapsarı,
susmak kutsalmış, ölüm de

ey küçücük çiğdemlerin kısık sesli aşkları
her köşebaşında eriyenler ve zaman avucumda
günübirlik yürürken o kadın kilisenin caddesinde
kollarımı çözmediniz,
akşamın sularında hüzün sıçrar serçelerin kanadına,
ucuna eklenir gecede o yaylım ateşi sevdalar, gökten sarkan,
dudaklarında bahçıvanın ılık bir karanfil tadı,
kadının göğüsleri kocaman bir gül ağacı,
ateş içimizde – kavgamızda çarmıha gersek bu kenti
neye yarar çünkü korsan ve sürgünsüz

2.
yalnızlık bir iskele gibi gecede denizin köpükleriyle buluştu
tütün, rüzgâr, içki
yalnızlık beni gibi sevgiye kavuştu
beyaz ve siyah arasında, o kareden bu kareye, satranç taşlarıyla
geçtim hendeklerinden gecenin
alımlı buzullar, kıtalardan, anadolu uygarlıkları
iyon, lidya, hititler kervanından
kapısını burdum tanrılarının

kurşuni düşlerimde öfkeyle haykıran bir anlatı bir sarhoşluk
sarmalandı hüzünlerimize, toprağa ışık diye düştük

deniz çekildi mi gözlerin de çekilirdi ay gibi üzgün
ve bir aşk yenik kalırdı hep

3.
bir insan düşün nerde kimbilir ve nasıl
sancısı ne, neyin gizini çözer düşlerinde, nedir seçenekleri
yoksa intihar mı eder
şiir kırıntıları var yüzlerinde o sabırsız insanların
çiçekler gamlanır canevimde
erken ölmek ölmek değil ölümsüzleşmektir
ah çatlayacak sabrımız, sezgimiz yorgun demek

sıkışmış yüreğimize kimbilir ne kadar hüzün
yitik değil yarınlarımız, yeşerir elbet
dönüşümüz kesin değil
tanyerinde su, ateş, toprak, hava
alacahöyük a mezarında yatan seslen bana

dikey, yatay, çapraz (ölüm ışıklarını) boyadık
son soluğunda yıkıldı yere bir martı
düştüğü yerde bir uygarlık…



yaşam tezkeresi

omzuna koyamam elimi
fabrika çıkışı trenler sürgün
takılır madalya diye derime yanlış bir yaşam
ölüm oyuncuları ‘gençlik hakkı’nı oynuyor harikalar diyarında

paslanır sesimde telli çiçekler
avutmaya çalıştığımız hüznün
gelmesi gitmesi gelmesi gibi geceye
dolanır durur karanlıkta soramadığım soru
bir şimşek çakar:
aklını sıyır eskimiş yüzünden
ayraçlarda ayrıntı gizleme

en büyük aşk, değişken yirmi dört saatler
öpüşler uzanır nerdeyse hüzne taşınır
birleşir merakla tedirginlik
söylenecek lafın tiryakisi gelince

uzun la kısa do hepsi acıklı
dürüstlük boş duvarlarda
yaşam tezkeresi dağıtıcıları
toplayıcıları bir tarafta

bir şeyler çömelir yüreğime
serptim kurutulmuş gözlerimi
benekli kelebeğin düşlerine
çok çıkışlı bir gece yine kaldırır içimi ayağa
atıveririm kentin kuzeyini hayatımdan
otururum içime
yalnızlık-ölüm çelişkisinde



suretim

sepetlenir geceden suretim
kopan sızımdır yaramdan acıyla
ama ferahlar içim
kuşlar suça teşvik eder beni
yüreğim ağrır taşar bedenim sulardan
gözlerim hiç doğmamış ölümlere bulanır
bulanık görüntüler bozulur iyice
paslı uygarlıklara
taş devrinden kalma
bir çift balyoz iner
tanrı olur, sayrı olur, kandı olur
pardon der
karton koyarak yüzüne
katton giyen biri

sepetlenir geceden suretim


umut


değişik görüntülerle bütünleniyor insanlar / hem
yağmurda titreşen renkler çiçeklere dönüşürken / hem de
acılı akşamlar yaşadıkça tortulaşarak içimde

soluk bir bahardan yankıyan gece
bazen soluğumu yontan sestir
bazen de sızılı göğümü yıldızlayan umudun



tını


sevdim ve gittim
boşluğun aktığı yöne
boğazımda bir lokma dirençle
deniz adamları sızarken içeri
günaçımı pencerelerden

avuçlarımdan sıyrıldı kanperçemleri
küçücük fenerlerine sesimin eridi gecenin tınısı
gözlerim salgın birer uçurum

sevdim ve gittim
yolum aydınlık olsundu
tırnaklarımdan doğan
akrebin oniki boğumu
umuduma ölüm sundu

gitmek sevmek kadar yiğitlik değil
kırmızının kırıldığı yerde gül biterken
gecenin bittiği kente dönerim, senden de



şiir

imgelerde
derinlik bulmaya inatçı
gel-git
ay gezileri
güneşe örs
buluta üzengi
yağmura çekiç
iç cebimde yanmış kibrit
kalbime isi düşen
toprak zencefil
ve
ışıma
tren kokusu
men/dil
ağlama rüyası
umut
ölümle
soluğumda çarpışan gece



sesleniş


dostun ölümü nasıl dağlarsa yüreğimi
öylesine dağlandı içim
yürüyorum bir başından diğer başına sevginin
bir deli hızla geceyi bölmek için

biri yaşam biri ben

yalnızlık düştü buna düşe düşe
ay hüzünlüydü vurdu şavkı yüzüme
yarısı ıslak yarısı çocuk

barışıktır hâlâ gözlerimle
bu tan ağışlı günün sabahı
yıldızların denize aktığı yerdesin

bir balıkçı bir denizkızı



senin varlığına dair birkaç söz

beni yüreğiyle emziren annem’e
acı çekirdeğini attıktı yaşamın
göğün eridiği zamanı öğrendikti ve susmayı
hüzün diye çizdiğimiz yüzümüze masmavi yorgunluktu

güldüm işte, toz duman kapladı her yanı
ve tatlı menevişleri
ışık cümbüşüydü sisler içinde çocukların gülüşü
gittiler işte

sıcaklığın serpili hâlâ geceye
ama sızılar duyulur kalbimde, imansız
ne zaman yaslanırım kimbilir
dertsiz ve kasvetsiz
suyun içtiğim yatağına karlı dere
güldüm işte, kırgın ve haylaz gözlerinde
akşamın çiy serpintisi
çoğalırdı aşkın rengi
göğe dağılan düşlerinle
gittin işte



anne

hüznün damlalarıdır sevgime yağan
dolduğunda çatırdayan kalbim uçurum yarıklarıyla
dilim dilim kesilmekte gözbebeklerim
sarkarak toza bulanan
işte o zaman
ışığına dolanıp düşlerinin göğsüne yatardım
karışık sesinle kanat çırpardı sesim
elllerine erir karışırdım ıslaklığına
eğirmek isterdim kestane saçlarını iğle saçlarıma
zorlu anlarımda çıkıp gelirdin hep yanıma
eziyetle yürüdüğün yeter
dökünüyorum yorgunluğunu bedenime
sarnıçlarda yağmurlar dinlenirken senin için
anne, gül et beni kederine

denizimin kumral kıyısı


kendini
geceye kestiren
bedenler
boşluk serisi

gri kentin
son eğiminde
kuğu gölü
ve
denizlerin kumral kıyısı



ben

umut açtım rengine seherin
yaslanıp uyudum güneşin benzine
dem çekip ser verdim
ben ve yaşam üzre



son kez

ve buz tutmuş görüntüler
salkımlar halinde girer yüreğime
iki elim kan çukuru

epeyce soğuktu kuşatma zamanı
dört yanı sarılan gece
kocaman bir ağacın gövdesinden
kusuverdim sancımı
hıncımı biriktirerek içimde
sar beni ufkunda son kez
dişiliğinin duraksız yüklemiyle
sar sendelemek koyar bana çünkü



sendeler ışığın

çek kürekleri tayfa götür bu limandan denizi
küstüm çocuk gibi çünkü zamana
gagasından gözyaşını çam kuşunun
elinin tersiyle iten rüzgâra

sendelerse ışığı ayrı ölürüm
sen yanımda yoksan
gözlerine açamayacaksa düş birliğinde
kaptı kaçtı bir aşka karşı

sesler… geceler… ölmemeler…
kararır kentin lacivert sokağı ve evler



sergüzeşt

uçarı bir gece
ay ışığının ıslattığı
berraklaşarak akan suyun orta yerinde
sevdalar yeşerip kokarken orkideler
ekmek gibi sessizce bölünür ikiye

ve serenlerde serenadı bahriyelerin
dalgaların şıpırtısına karşı
duyulur serin sularda
karaya vurur pırıl pırıl

geceye önlük giydiren eller
naftalin kokar
öldürür önce beni
sonra doğurmak için yerinden
öldürenin öncelemelerinde
yüreğim kanatılırken
karanlık kırmızılaşır
gecenin ikide biriyle
uyursun öbür yarısında sen



elifbe


karmakarışık noktalandı hayatım, oysa
sonuna gelmiştim geceyle birleşim uğraşımın
yine bir geceyarısı, kıyaslar, konuklar…

gökte kurum ve yeniden kuruluş
geride babayiğit bir çift göz
dışarda bize yabancı dağınık bir arya,
gizli dinlenen

vesikalı sabaha geçip gitti
eski ağız bir keder payı, silbilgisi
önceliği kalemucu
yaşamdan beklentisi değişim sancısı
ben ölümün tek seçeneği
ayırt edici bir kahverengi, ıslak

girdaplarda döne döne günübirlik
amatör homurdanarak
ince bir hüzne duraklarım
cüsseli gece abanır üstüme

beni sıyırdım kendimden
gecenin girdisi çıktısı binlerde yıldız
tek çiçek sürgün düşler serüveninden
evrenim, bodrum katında aşkın öteki yüzü
sancağım kan


ateşe tepki

yalnızca bir an geceye akışla
yaşam süzgecinden geçen sayısız bozguncu gördük
yalazlandı denizin koyu tonu
evcil bir duyguyu sınadık gözucuyla
bir parantez, içinde canayakın renkler
sağanak
saf fışkırır duyundan bu ateş
kor sevgiyi umuda tepki yasası

puhu gözlü gece
tüneyen
hüznümün aşılı dallarına


acı


katlanır üstüne yalnızlık
denizlerin biricik çocuğumun
hüzün sahibi
ölümün asit serpintisiyle
saçlarında çırılçıplak acı
ıpıslak hissedilen

bütün yorgunluğuna rağmen
ılık melodiler sıkışır gözlerine
yine sabah


kalbim

yok
gitti yeraltına umudum
kalbim
fırtınada uçuşan kurum
gibi durmadan dolar
gözlerine birilerinin
ağlatır kanatır
huysuzum


tok
bir çocuk benim sevgim
kalbim
kırılan oyuncaklarım
gibi hep
özletir bana
güzeli
yorgunum


kalan


ışığın böldüğü geceler, dolu
savunmasız
masum sessizlik tanecikleriyle
çarmıhta rüzgâr

vurur şafak yıldızına gözlerin
bu kalp çöker ıssızlığa
kalır kıpkızıl geride
bütün aşklarıyla sevdalar

uykusuz gecelerde
gönüldeş iki saklı kente
gider gelir yüreğim
elimde kalan son gülü de kurt kapar

ve senin gülüşünde kan
piyanotepe’de gün nasıl doğarsa öyle var

son sevda



kuruttuğum çiçek ölülerinden iplerle sabaha asılan boynum
alkolik çocuklarına zamanın ve yaşadığım ıslak hüzünlere uçurtma
yalnızlığı kesiyor bıçakların yarısı yarısı ince belini yağmurun

donan soluğumu göğe yapıştırdım da gece maviyi rehin bıraktı okyanusa
çamurla oynayan birileri leke kalıyor uykumda
göğsümde kalabalık geçişler
mezarımda tabutlar taşınıyor
kalbim beşik
acemi ateşlerin ihbarlı yatağı
ıssız bir ada

yüzünü aynada bırakıp giden kadın rujlu dudaklarını unuttun yakamda
sanki daha bi kalktı burnu aşkların
ama kanmadım dünyaya zamana kalamadım kalkamadım ayağa
sevdaya açamadım gözlerimi hem kapayamadım
ah ölüm son burgu
çırılçıplak değil henüz şiirin yağmuraltı aşkları gözlerime akan
benden geriye kalan ince bir buğu


esin

gözleri ay ay
gecenin iki cebi göğüsleri
burnu yıldızdan
kardankadın yapıyor çocuklar bahçede
cömert sevgisiyle ötede çapulcu adam
izliyor onları
liğme liğme giysisinin içinde
güz üzüntüsü gözleriyle

sesine kapılsaydım esinin
ölümü seçseydim
???

gecenin öbür ucu şiir
gizli duygular imparatorluğu


içimde mayın tarlası var

dağılacağız yıldızlara bir bir
sarı ışıkları evlere bırakıp
sen ve ben
ardımıza bakmadan artık

kanserli bölgeyi alacak çünkü
yaşamımızdan bir el
serum şişeden akarken
hızlanan bir ivmeyle
yerçekimini tersine döndürmek
geçiyor içimden
serum şişesine işemek
damarlarımdan
gözlerinin içine bakarak
tükürerek suratına ölümün
mümkünü yok
ben bozulmuş insan eti
sen gecesin bayat
başat ölüm
çekinik hayat
dövüşürüz sövüşürüz
sabreden sarılık
karaciğerimde patlar
içimde mayın tarlası var


kuytuda yalnızlığın uykusuz çiçeği


yüreklice bir akşam çıkardı
titrek güneşten
yepyeni bir kentin soluğuyla

sığ umutların yarattığı çocuklar
ve lekeli camlarda kan
bambaşka insanca

yıldız tozu silkeler gözlerime
sarışın sonbahar mendilimde moraran
kıvrılan saçaklarda serçeler
çöker karanlıkta ortalığa

rüzgâr yanığı alın çizgilerimiz
sessizliği öğretir bize
yaşamın pervazlarında ölüm pervasız

askerdi gece nöbetlerinde
omuzlarımdan dökülürdü akşam
kuytuda yalnızlığın uykusuz çiçeği


hediye diye kendime aldığım

aya bakan yürek söndüren bir umut
sırtından / kanlı gömleğini aşkın
hiç atamadı.
kelimenin durağı tenhada
sırrıma emanet. / geçtiğim yollarda
kubbelerin
sakıncası. / -çevrilemez kendisine-
gözlerime sıkışmış bir geceden
sızar içime karaltı
hediye diye kendime aldığım


akşam serüveni


çırılçıplakken içinde yaşamın
acılar giydirildi üzerine
aşka elendin
sana dağlar yakışır
salıver ellerinden maviyi kelepçeliyken
her yerinden geceye
demlensin sokaklar
artık ağlayabilirim
eğreti bir taşkınlık çöktürdü sesimi
kapı gıcırtısı
motor hırıltısı
hiç konmamış gibi kocaman kağıdın ölü noktası
ayrılığın gölgesinde kederin
yüreciğim serin
zaman soframızda su birikintisidir
ölüm kamburdur sırtımızda
karışık saçları ıslak gecenin
ve akşam serüveni sereserpe memecikler


deniz

ilişir akşam garip bir ışık
günbatımı: ateş yiyen sandalın külleri
üzerindeki fırtınanın gölgesi
atkestanelerine basıyor yazın sessizliği
geceye bırakıyor yetimlerini
ezilmiş sigaraların yürüdüğü saatler
aya sırtüstü yazmışız
aynı ses… gözler yelkenli… toprak testi
hüznün sarnıcından su taşıdığımız
ilkyaza açan sevgilere akar lavları sürgün yılların
gökyüzü parçalanırken ölüm çürür
küf yağar, eşikler dolusu yalnızlıklara
kutsal denizin bittiği son limana boşaltırım
içimdeki rüzgârı
bir kadın çömeliyor bulutların sığmadığı maviliğe
metal dökülüyor güne duman
dağılıp vapurdan
hayata sicimle bağlı çığlığız
göğsüne ay düşeriz denizin
bir zamanlar, çocuk sesini dolayıp sevdama
yüzümü kesen güz artık, kanatıyor gözlerimi
kimbilir kaç kez daha
kanatacak…
deniz de kendini…


eşittir gözlerin geceyle denizin buluşmasına


ve kırağı tutan umutlar sökülüyor
solgun bakan bir kentin puslu akşamından
ezik yüreğime doluşuyor kurumuş yapraklar
sararıp dökülüyor gözlerimin önüne
yaşadıklarım hüzünlerce
çekirdeği kararmış yaşamın
hangi sevda uğruna bilinmez
ya da hangi sevdasızla
ben hep aynı aşk için fırtınalara kalmıştım
sarınıp her yanıma sevdiğimi
ölüme rağmen gülene kadar
rengi kesti yüzümü duygularımın
islanıyor mu kanatlarım uçamayacak mıyım
ah vapur ıslığı sabahlarım
gözçukurlarımda kundaksız ağlıyor
sığ bir suya lacivertleşen gözbebeklerim
ve parmakizlerim alınıyor
gökyüzü neferi yüreğim düştü
çünkü sevgilim

sağ yamacımda öksüz güller takılıydı
sol yarım geçmiş zaman bilindiği gibi
geceyi taşıyan bulutlara dolu hangarları sevdamın
yeşil yağmurla ilintiliydi zaman
aktım yokolmaya ölüm asitlerinin üzerine
süslesin diye güzün gerdanını rüzgârımın şarkıları
şiir çıkartırken sessizliğinden seher
uzun ince usul imge
yüreğe girmesi kolay olsun diye

ağızlarda gece mavisi sözler
çisil çisil kanıyor fesleğenlerin gözleriyle
sevmiştim umut seni sevmiştim
be de çok ölmüştüm utanmadan
biten bir ömür gibi üstüne düşmüştüm
tesbihim çekiliyor şimdi tek tek
ördüğüm bu gece iplerin en namussuzuyla
kader tapınağı putlarım kırdı

yazmanın ötesinde yüreğimdeki şiir
dokunmak gibi de değil sevinin şavkına
birbirine dönüşen hüzün-sevinç oyunlarıyla

bir kançiçeğini ağır ağır çekmek gibi yaramdan
örselemeden sevgimi
şahin bakışlı gecelere düşmeden terim
aniden yitip buğusuna karışmak gibi zamanın
her yolculuğu ayrılık-kavuşma terminallerinde
başlatıp bitirmek gibi bağışlamalarla
aşk tanrıçaları arasından çıkıp gelişleri
yıldızlardan izlemek gibi gizli gözlerle
ölümü, değişmez kesin bir ayrılığın insan figürlerinden
tuvalde resme dönüştürmek gibi

söylemenin ötesinde yüreğimdeki şiir
“eşittir gözlerin geceyle denizin buluşmasına”
gibi düşlere bürünmek de değil


lavlı gece

ateşi çaldığımda geceden
lav izi yoktu giysilerimde

ansızın şiir uçuştu gökyüzüne
halden anlamadı üzdü beni
çocuklar çizdi yüzüme
ve gençliğimin son kırıntılarıdır
üflenen lavlı geceye

ateşi çaldığımda geceden
lav izi yoktu gözlerimde

meğer uzatıp sicimleri
bir bir aşağıya
insan çekermiş gecenin balkonuna
yalnızlığın meleği
ve anladım şimdi bana uzanıyor elleri

ateşi çaldığımda geceden
lav izi yoktu ellerimde


öylesine

arka bahçesinde gönlümün
döner durur kara gündüz
aynada yansıyan yalnızlığın
yaza üşüşen gözleri düz

ve ben yine aynanın odağı
ve büyüteci çözüldüğünde
yine kırılan yanağıyım
ve öylesine bir zaman çolağı


us bende

kaldırın ortada ne kadar engel varsa
çoğalsın diye bir şeyler sokaklarında yüreğimin
açılın, pencereme her sabah güneşin yansımasıyla
ve sevda yıldız şavklarından düşse yalnızlığa
hoyratça yıkımlarına karşı gecenin

ben de eskitiyorum yılları
büyük gölgeler belirdikçe üzerimde
titreşiyor gözlerimde umutlarım
görüntü ve ışık sizdeyse us da bende


teklik

bir yalnızlıktı yaşadığım
çok da ağır ve alabildiğine hissizdi geçen saatler
utangaç çiçekler günaydın
siz öğreteceksiniz gülmeyi bana
çıkınımda siz varsınız gökyüzünde ağlayan yıldızlar
tek başımayken ortak oldum sessizlikle karanlığa
güneşin memesinden içiyorum hasretinden seni
yoksa antakya’ya mı gitsem
saydam gözlerime yansıyıp içimde açan sevgilimin yanına





sevgi

ağır ve sancılı bir geceye dönüşen gözlerimden
yol bulup da sakalıma damladıkça hüzün
neden gelirsin yanıbaşıma
bilmez misin ki bu akan su acıdır içilmez
neden dayarsın sevgini aksayan yüreğime

sevmek güzel şey be kardeşim


beş kala

ay uykusunda sayıklar seni
pırıl pırıl yansırken tenin rıhtım kanatlı denizlere
ama sahte ölüm çocukları doğuyor geceden
gök pusuna bulayacak gözlerimi
sesimi rüzgârına boğduracak
ancak kurşun geçer yüreğimden
tenin yüzüyor ve yüzecek daha
çünkü bilmediğim bir saygınlıkla dokuyorum yüreğini
ay paramparça düşüyor suya
alacakaranlığı bölerek ikiye sıyrılıyor yaşamdan
betonlaşan yağmurlara tutuluyor sevdam
sis çöküyor iliklerine anarşist yüreğin
bedeninde tel örgülerin acı büzgüleri
od düşüyor gönlüme
uzun ince parmaklarından gecenin
beş kala ölüme


teklik

endişeli bir görünüme büründü avuçlarım
yansıdı içine sonra su gibi temiz dünya
göçmez oldum oluk oluk akan acıyı
avuçiçi çizgilerimden yaşlı toprağa

kızgın bir yalnızlıktı savuran beni
belki de yeni başlayan gece, sevgiye yengin
bir adım ötesi çığlığımın en kaygısız en coşkulu yeri
ölüm gözlerimde yaşlandın

şimdi gel durma, zehir zıkkım olsun karanlığın



kanatlarım

gölgemde asılı duran bilemediğim sevdalar
düşlerime girmekte sessizce
kanatıyor göğüs kafesimin içinde içinde çırpınan yüreğimi
gençliğimi silemeyen yenginin hüznü
ne oldun ölüm serpiyorum seni
yalnızlıkta oyduğum, acıdan gerilmiş dağların yarıklarına

ateşe uçarken sıradan kanatlarımla


akşamüstleri

avuçlarım öyle boş ki

küçücük koynuna sığınıyorum sancıyla
savrulmuşken yüreğimin dümeni
bir parça mavilik uğruna

ne vakte kadar beklerdi
bir insan üzünçlü gülünü
susuz bırakıp gözbebeklerini

apaçık görmüştü oysa
olan biten her şeyi
akşamüstleri
akşamüstleri

aydınlığı yüzünün

sen ey sevdalı güzel
gülüver n’olur bir kez olsun
yüzünün aydınlığı denktir gün kavuşumuna
gelecek seninle kırlara koşuyor
geçmiş türküye dönüşürken ansızın damarlarında
nasıl da korkusuz zaman
oluşturuyor acıyı hüzünle el ele
gülüver n’olur bir kez olsun
ki yaşam sensiz olmaz
sürekli avuçlarımdasın
yeni filizlenmiş göğüslerini ellerin sağadursun
dolunayın hizasında bekliyorum
kıvılcımlı öpüşlerini
gel n’olursun

aşktan

imgelerde yaşanacak aşk bırakmadım
tüm güzellikler donup kalıverdi karşımda
hüzün kaçıyor penceremden koşarak
ölüm kayboldu geceye karışıp
bir kolunda gözyaşı diğerinde acıyla


korku

korkunun elleri yüzümü kapatsa da
biliyorum korkumun yarısı ecel yarısı umut
bu sevda benim bu ölüm de
karışmayın sakın ha hiçbirimiz

bu ince sızılı yaşam benim


ömrüm

hangi ırmaktan akıyor yüreğinin bozaran sevdası
hangi kolunda köprüsü var gecenin
bir ucunda puslu gök bir ucunda sazlık, hasretle bilenen
aynı ürperti aynı heyecan
sensin boyun eğen acıya
gizlenmez yaraları taşırken bedenin
ömrümün genç yarısına


gül

üstümde yazdan kalma masmavi bir gökyüzüne
değişirdim yüreğimin elinde kalan son gülünü
gözlerim kapalı giderken ölüme

ne yazıktır ki uzak kentlere gideceğim
uçarı geceyi koklarcasına güle
bilirim gülebilirim belki diye






ağıtlı köy evi

alev soluklu insanlar görülüyor
kapısız bir köy evinin
geceye dönük penceresinden
ağıtlar ölüyü soğuturken



şarap

şarabı yürek ısıtan
güzelim bir sevdadan
arda kalan
sensin ey
renk cümbüşü yarım elma
tek kanatlı serçecik
ve ılık bir karanlık
ayın aydınlığında


zimmetli

zimmetlidir yaşama şu iskeletimiz
sarhoş geceye yalancı deme
bakın yine çakır keyif
suçüstü yakaladım
tutuklandı, tutanaklar…
bütün bir ömre buruşarak girebildi
bedenim ancak
bıçaklandı suretim


kim’e

hangi cam / kırık / varoş sergisi / uzattığımız gözkapaklarımıza /
kaç kez çürüdü derimiz / çingene arzusu / coşkun yerim-iz / göç
var mı sevdanda / ışık rahatsızlığı / uykunda / ben / evet / ben /
uzuyor burnum / dokuz köyden kovuluyorum / doğum / ölüm /
doğum / buz / ateş / şiire fotoğraf karalıyorum /

kaçma




kız

ölüm kapkara bir kız
hadi gel sızalım geceye
peşimizde bin yıldız

adın

harfleri adının uçtu uçtu
eskimez aşkımın gizlendiği çiçeğe
kondu kondu ve her aşk dökümünde
gecenin ıslanan yüzü gibi gibiler

çoğu…


seni

sana sahip olmak istiyorum bu gece
can çekişen geceye inat yaşamayı seni
düşlediğim düşü uyandığımda bulmayı
uykuya dalmış ağzında gidip gelen
sıcacık bir rüzgâr belirdikçe masmavi
şuramda buramda çiğler ışıldarken
içmeyi seni…


düş

beni çekip alan küçücük yüzün
parıldayan ışıklara dönüştürdü gözbebeklerimdeki ılık soluğu
taşıdın kendini buna düşlerimin içine yayılarak
akdeniz iklimi dudakların
gülüşün tüy kadar hafif ve yumuşak
bir aşk çiçeği


seninle sesim

teninin kokusunu sora sora
iliştirdim sesimi
gecenin bir penceresinden
denizden sarkan koyu maviliğe
aklımı yitirirken

görür görmez söylesinler diye
seni çok sevdiğimi
deniz engindir dedim kendimce
enginlere güvenirim

çiçeğe benzer bir yaz gecesi
hatta incecik ve hafifçe
yıldız kırmıştık seninle
seninle sesim ilk kez o zaman kesişmişti
yine öyle bir gecede buluşsun istedim sesim seninle

denize emanet ediyorum sesimi
kırlangıçlara ve


gecede

kefensiz giderken bu dünyadan, sakalıma dolanan:
gece
seslerle suda seken bir anka yüreğin
açlıktan öç alan
ellerim el kapılarında birer tokmak
penceremde binlerce ay doğar gündüzleri
karanlık:
hasretine yarıklar zinciri
kahır hitabesine gözlerin
kaç gurbetin gecesi
tarlada sürülen:
yalnızlık
kuşlar pır pır
fabrika çıkışı trenler dolusu
bıyıksı ve kasket
döneceğim sulara sulardan döneceğim sana
yine de dolanırım kendimi
yastığım kan işlemeli, düşlerim
dağların ardı
pirsultan’la şah’a giden günlerim
kırmızıyı gömerim yağmura
yar yar göğü ki al sevdamı geri
yollarına su dolan kenti
ahşapla kapatan yangın dolu doğa
doğumun kendisi
firari bir kalp sabaha konan güvercin
direksiz gemilere emanet denizler kadar
pusulasız sözlerin
güz gelende yıldızlar soluk olsun ezgime
şiir sığmaz evrene
geceler
geceler
gecelerde


gizdüşüm


boşlukta uçuşan kemiklerin kanattığı karanlık: sürekli,
geceye bölünen saatlerin asıldığı yer. kıyı boyunca
çalınan sabah: esrik tin. sehpada unuttum başımı, us yitik. di-
vansızların bembeyaz ayetleri gibi peşin hüküm giydik. gözlerim
deniziğnesi.
kırıl benliğimin benli gözenekleri
içinde, sürgünlerin gizli sessizliği.
alnıma dayarım güz görümlük ömrümü, seherin cılız eliyle. uzakta-
ki vahşi güle hüzün kokarım. ve ölüm ardıma leke düşer,
gözlerimden çekilen sıcaklık korkuluk yüzümde
soğur soğur, iki kaş arasında yenilir kendine uzun yol.
çiçek tüter düşler karanlığı kısıp pencerede,
gök uçurtma çeker yıldız çölüne.
bir ışık örtüsü açılacak göğe, acılaşan gecede; suya ateş
düşüp kirpiklerime gömülecek, yüzüme sıkışmış erguvan
ölüleri. dilenci kızlara serpinti yağmurun kırık sesi.
ay batışı gözlere iki ezgi gibi hüzün çökerim, tetikte
yalnız kalan gölgemle. sıkıntımın yıldız sefası, n’olur
kapatma kollarını, sakalıma basma sabah. denk cepheli çatışmalar
ederi kadar başlık paramız, asmayın bizi.
güvercin uçuşu, alabildiğine rüzgâr;
gez arpacık göz tetikte.
ölüm açmazda bekleyen kuş seslerine sağanak: bakire
umutlar. görünmez viranlığım. çiy damlacıkları…
soluğunda sevişen fesleğenleri, üç kulaç kurşuni sudan gözlerini
saran kokusu: sendeleyen hoş bir yaşam,
inanç yüklü gülüşlerde. gecenin sararmış mühründe billurlaşan
sessizliğe dolunay doğarım.
düş artık yakamdan
güneş kırıklarına dadanan sevda.


sarnıca akan suyun sesinde hüzün


gerçek dostlarım cem ve ercü’ye
anımsıyorum seni, çığlığını gözlerinden silerken, aç gözlü ışıklar
şakıyordu gecede, anımsıyorum sarmaşıkların yuttuğu çiçekleri.
çürümez gülücükler gamzelerindeydi, pamuk ellerin dudaklarının
kıyısında. sıtmalı artık burda çocukların gözyaşları, kanlı gök ve ölüm
rengi yüzüm, gökyüzüm. ortalığa yayılan bir başka dünyanın soluğu,
mızrağında alev bir başka sevda akşamın çiğliğinde çiseleyen, çolak
güllerimizin üzerine, nuh’un gemisinde düş kuruyor tepeleme ezgi dolu
yüreklerimiz. yelkenliler suda esinti şarkı gibi uzaktan. salgın bir sessizlik
alınlarımızda, gözlerimizda bükülgen bir sevinç. ateşin
yoğunlaştığı herşey giderek hüzne dönüşüyor, sürü sürü boşluk var
yaşam boyunca zamanda.

salkım saçak daldığım sularda karar verdim: ölüm hiç ve hinoğluhin.
halat gibi boğazımı kesiyor kızgın duman dalgaları, o en tanrısız gücün,
ölümün. yanağımda barınıyor yoksulluk, meşaleler yanıyor tutsak
gölgemde, püsküllerinde şafağın başım asılı, tırnaklarımın içinde kireç
var, duvarlardan kazıdığım anı, ölüm bir başka yersarsıntısı. bir balık
pulunda buluşuruz ya da benekli bulutlarda, etli memelerde sessizce,
güneşlerde ve de kuyuların dibinde. sessiz bir saatte tunçlaşır ayaklarımız,
ısırgan denizin çıplak kollarında irin rengi tenimiz. bir ılık su, her
dem taptaze, kıyıya koşuşturur bizi.

gizemli suların koynunda, küçük küçük çığlıklarla, iki meme arasında
gider geliriz sigara kokusuyla, çamurlu yollarına akşam vuran sevda.
suskun gözlerle sarmaş dolaş bir ötüş, tatlı bambaşka, incili çiçeklerle
dolar gecenin kımıldamayan yüzüne. bakar dururum dalgalanışına,
titreyerek alev alan saçlarının, upuzun güne gömdüm savaşkanlığımı
kim bilir ne zaman döneceksin.

uykusuz gecelerimin çıplak hüznü, sarnıca akan suyun sesinde
parmağını uzatmış dudaklarıma sus diyor
gözlerim her mevsimin bitişindeki karanlık
siste.

yalınlama

yalın haline dönecek, ömrümü kundaklayan gecelerde ne kadar
nesne varsa ve zamana sarkan siyah eller gibi görmediklerim de.
oysa umut adına gözlerimi verdim –geceyi en önde aşan, sahici-
ölüme ne dersin?
yandım her şeye, baharın gizinde serinlik, sargısında gecenin
acılar sallanmakta, sarp bu us, sustu ilginç öykülerin kenarında.

değişmem, ağustosböceği adlı rıhtımda, serpilen sıcacık ben,
ister dolsun ay ışığı içime, sen gibi, ister yıldızlar gözlerinle.

deyin ki “sevişip öldüler” ve “yalın hallerine döndüler


sabaha, hüzünlü bir anı gibi


sevdakaç bir hüzünden geriye kalan
gözler(imde) kana oturur

nasır parçalarından duvar: gözlerine, insan döken istasyon:
yüreğim, kumral kıyılara sabah sinen, geceyi cellat tutup
saçlarıma kadeh tutturan fenerler. yalnızca, deniz sırtına
boyanan serseri yağmurlar geriye kalacak ömrümden.

sesimde çıkan varoş: kelebek günahına, aşkın bestesi… karışık
sarma durgunluğumla inancımı.

sarkar sessizlik ufkun içine, binlerce yıldız akar göğsümden.
bakışlarımda, meşalelerle gözyaşını birlikte taşırdım ki ellerime
toprak kokusu çıkaranlar solmasın gözlerime.

kimsin yüzüme bayram sıyıran adam, loş mevsimlerin buruşuk
adından, ölüm korkusuyla.

her ağlayış ışık kıyımı, yaşamdan takvim geçişlerinde özür
dilerken zaman.

çığlık kesme yalnızlık


mehtap uzamış kaval sesine

yorgun uçurtmaların kalkış zamanı, kesilmiş şarkılar sokağı
varoşlarından. kustuğum anılar yaşam kırıklığım, denklemsiz ve
çok bilinmeyenli. korkudan bulanmış şarap gibiyim. mehtap
uzanmış kaval sesine. doğum çiçeği renginde kucak dolusu,
gözler: boşluğun çelmesi. göğsüme takılı sancısın, özgürlüğe
söylenen sözler.

buruşuk yüzlere saman alevi gibi iz düşerim. ihbarcı kırlangıçlar
yuva yapar bal dökümü gözlerine. yarım kalan sonelerim: eylül
gecelerinde hırsız fırtınalar. uçuk aşklar salarım örümcek
ağlarında gezerken. sindim hınç ve yemine. soluğumda cemre,
barut üstünde yatıyorum, al kefenimle. mehtap uzanmış kaval
sesine…


bekleyiş

kucak açmışım gecene, gel. sırtımı dönemem, yıkılası sessizliğine
geçmişken hasret. şavkında ayın ağlamışım. sıyrılıp
düşene dek yüzümde kurumuşsun unutulan kelebek, sevdası
pir ve özlem ateşleriyle yanan. gel.

uyduruk sözlerinden betona yapışan ayrılık, boşluklarına
zamanın dolunca gir doğandan yarı-güzel rüyama. gel de gitme
uykularıma dokun.

gözlerinin bütün açılımlarını çözecek gözbebeklerim. her ya-
bancının kaybolduğu gibi büyük kentte, gezeceğim öylece te-
ninde.

açelya bırakıp yatağının ucuna, herkese beslenmekten kurtu-
lunca, ne kalırsa bu yapıdan bana, onun haritasına katlanacak
dünyam, unutma.

gelişin bekleyişimin görünmez gecesinde, ölüm sapmaz yollarına.


simya

yaş fışkıran camda çözülür saçların örgüsü, geceyi bekler tek
kişilik pastel gölge, yüzünde kırışık kağıt parçaları, barut kokusu.
bacalar: çatılarda faltaşı gözler. işte silkiniyor kaçamak bakışlarda
ölüm, sabah sisinde kömür cesetleri. düş çiğniyor kalem ısıran
çocuk, eriyor metal heykeller. güz tınısı: yılların duruşunu alın
çizgilerinde saklayan sevincin yankısız çığlığı. dönence açısıyla
kırılır yüzün saatlere vurur. unut duyduğun sessizliğin kumanyası
terk edişleri. kir tutar zamanın çark dişlisi. hız tarihte seker,
yara kalır öpücükler dudak kenarlarına. yalnızlık: düş orucu.
uçurum suyunu içer mi gece? simya… uygunadım dalgalar…
sehere…











gezginin üç tılsımı

1.
zaman

son hecesi kırılır gecenin, ürperti veren yalnızlığın tüm renkle-
riyle; şaşkın bir sen, sessizlik kadar ince; gözlerde boğulan
hıçkırık. karanlık yürür ağır ağır, uçuşur kalbimde sevgiden yana
ne varsa. kanayan dudaklarını çığlığın, şarapla yıkardım; deniz
kalırdı geriye, çığ düşerdim tersime. kutsanırdı sönmüş acılar,
ölüm doğrulanırdı, kayardı direnç noktası ömrün; kendi eksenin-
de dönüp duran insanlar kadar.

içini vakitsiz açan mavilikti yüzüm. iz. giz. tuz. gökyüzünde çakan
kıvılcımım; sert sularda attım bedenimi, ah atım, avradım.
silahım olsaydın, gece olsaydım ben de.

şimdi vuruluyorum. göğe taş kesiyorum. son hecesi gibi
kırılıyorum gecenin. zaman oluğu kaldırımlarda geziyorum.

2.
gülışığı

gerdik ya ölü yüzlerimizi rüzgârın sesine, sevdamıza savrulan
küller kadar ıslak gözlerimizi kurutmak için; dökük tekneler gibi
yalnız kaldık çiçek kokularına sinmiş sularda. ve saçaklarında güz
tuttuğumuz göğün göçebe ömrüne yıllardan ekleyip çıkardık
acıyı. düş solgunu gençliğimize sığmaz, bütün köprüleri kun-
daklanan gecelerimiz. yine de parlayacak yer bulamaz, suya biri-
ken yıldızlar. sen kendine akıt ışığını; kaybolan ellerinde kan,
tanrısız kurban edilen iblisler. gül ötesi kaç ışık geçti, ucuz mut-
luluğumuzun prizması gözlerimizden?????????????

çocuk şarkılarında eridi yedirengimiz, umut ve ses olup; şiirimizin
kırık penceresinde. an an yaşamaktayız anıları, kanlı bellekleri-
mizden hiç silinmeyen.

bir gün tutulmayacak nöbeti sessizliğin.

3.
yaşam

bir bir geziyorum ölümleri, gecenin bakışları arasında. sabah
göğe yelken açıyorum, gündüzler tanımıyor beni nasılsa. ayna-
larda yürüyorum bazen, martılarla düşüyorum denize; dudak-
larımı siliyor acılar. soluk alışımı duyamıyorum. sokak lambaları
gibi geç yanıyorum. gölgeler yürümüyor artık. kıvrılan yollarda
şarap lekeleri, sabahın ilk izi. ezanla dönüyor evine yüzü
külrengi gececikler. kaç kuytuda paslanıyor yalnızlık? üşüyorum.
gideceğim.

ve ben güzün ağlayacağım
sulara çekileceğim dönerken balıkçılar
yakamoz göreceğim dümensiz simsiyah gözleri
öleceğim
ve ben…

Hiç yorum yok: